26 Eylül 2011 Pazartesi

Çocuk

ÇOCUK
Uykusunun baldan tatlı olduğu sabahlarda , melek öpüşlerle uyandırılmaz olur .. Anne bağırır : "Çabuk ol , servisi kaçıracaksın !" Baba kükrer : "Ne yatmasını biliyorsun , ne kalkmasını !"

Sabahları güneşin doğuşunu bilmez çocuk . Hiç aydınlanmadan kalkar içi .. Taze bir sabah , bayat bir günün devamıdır çok zaman . Her sabah adına yuva denen , adına kreş denen o yere bırakılır . Başkalarının annesinde , kendi annesinin hasretini çeker gün boyu . Sabahın köründe "benim annem ne zaman gelecek" diye gözyaşları çeker solgun yüzüne dizi dizi . Akşam ne uzundur . Yuva nice gürültülü . Sevgilerini konuşurlar efkarlı saatlerde .
"Benim babam beni çok seviyor ."
"Hayır , benim babam beni daha çok seviyor ."
"Hadi oradan , beni hem babam hem annem daha çok seviyor ."

Başkalarının babası kendi çocuklarını çok severse , sanki kendi babalarının sevgisi azalacakmış gibi kavga ederler . En çok sevilen olmaktır tutkuları . Her pazartesi ne kadar sevildiklerinin ispatını yapmaya koyulurlar . Pazartesileri hep böyle geçer . Herkes kendi babasının en sevgili baba olduğunu ispat etmeye çalışır . Öteki çocuklar yeni sevgi ispatlarını ortaya koydukça içini bir ürperti kaplar . Başkalarının babası çocuklarını daha çok mu seviyordur acaba ? O reklam gelir aklına . Kahrolası reklam . "Evinizi seviyorsunuz , arabanızı seviyorsunuz ... Beni sevmiyor musunuz ?"

İnanmak üzeredir onu sevmediklerine . Arka koltuğa gazoz döktü diye ne çok bağırmıştı babası . Ama olsun , arkadaşlarına bunu anlatmazsa eğer , babasının arabasını kendisinden çok sevdiğini nereden bilecekler . Keşke her Pazartesi en sevilen evlat oyununu oynamak zorunda kalmasaydı . Bunun için Pazartesileri hep hasta numarası yapması . Uyanamaması . En sevilen çocuk olmak yarışması , bilseniz ne kadar zor diyebilse bir gün , her şey ne kadar kolay olacak . Oyunu değiştirebilirdi . Bu oyunun mağlubu olduğunu arkadaşları öğrenecek diye her Pazartesi karanlık bir kuyu olmazdı o zaman . Herkesin annesinin ve babasının ne kadar iyi anne baba olduğu , çünkü onlara ne çok pahalı oyuncak aldıklarının konuşuldukları bir sıra "beni anneannem çok sever" diye bağırıverdi .

"Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu ?"
"Görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum ."
Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu . Annesi telefonu , babası arabayı seviyordu . Her şey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda . Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu . Nerelere gitsindi ? Annesi kapattı telefonu . Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu . Koşarak yanına gitti .
"Sana yardım edeyim mi ?" dedi , en sevimli halini takınarak . Annesi manalı manalı baktı .
"Hayırdır . Bir yaramazlık filan . Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten ."

Yorgunluk nasıl bir şeydi . Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır "Nasıl yorulmuş yavrucak . Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni" diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi . Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer , ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu .
"Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın . Anneannem öyle söylüyor ."
"Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın . Yorgunluktan ölüyorum ." Bu kelimeden nefret ediyordu . Yorgunum . Yorgun olduğumdan . Böyle yorgun yorgunken ...
"Anneciğim sen yorulma diye..."
"Yemekte konuşuruz çocuğum . Bankada işler yetişmedi . Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım . Hadi sen oyna biraz ."
"Hani siz yoruluyorsunuz ya ..."
"Eeee ...."
"Ben de oynamaktan yoruluyorum ."
"Ne yapayım ?"
"Bilmem ..."
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler , yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı . Işıklar söndü birden . Annesi öfkeyle söylenmeye başladı . "Mum da yok" diye diye karıştırdı dolapları el yordamı . Çocuk sırtüstü yatıp anneannesinin köyünü düşündü . Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını . Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne . Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı . "Bak deli tavşan" diyerek parmaklarını oynattı . Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı . Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda . Otlarla kuşlarla konuştu . Sonra yorgun düştü . Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu . Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı .

Neden sonra ışıklar geldi . Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti birden . Kanepeye koştu . Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı . Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek . Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini . Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu . Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına ;
"İşin bitince beni sever misin anne ?" dedi .

Kadın , sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı .

Hiç yorum yok: